Biraz haberleri okuyorum, biraz internete takılıyorum. Bugün öğlen 2’ye kadar boşum. Yoğun programa biraz ara vermek ve dinlenmem için bu şekilde organize etmişler günümü ama ben sabah koşularımda fark ettiğim bir spor salonunu gözüme kestirmiştim bir süredir ve bu boş zamanımı dinlenerek değil de ağır bir antrenman yaparak geçirmeye karar veriyorum.
Bir saat süren yoğun antrenmandan sonra da 6 yumurtalı omlet yiyorum, spor öncesi de 4 haşlanmış yumurta yemiştim, öğlen gittiğim Likya Pansiyon’da da 4 yumurtalı bir menemen sipariş veriyorum. Etti mi size 14 yumurta.
O kadar hareketli, spor dolu yaşayan biri olarak bol protein önemli tabii. Zaten haftada bir dilim ekmek anca yiyen, şekere tatlıya çok dikkatli yaklaşan, hamur işi veya yağlı yemek yemeyen biri olarak bana yemek için et ve yeşillikten başka bir şey kalmıyor.
Öğlen saati balık tutmak için tercih edilmezmiş. Bende beklentilerimi düşürüp, oltayı bir kenara atıp Kaptan June’un imzalayarak bana hediye ettiği kitabını alıyorum elime. 3. Gün yazımda detaylı olarak bahsettiğim Kaptan June’un kitabına dalıp gitmişken fark ediyorum oltamın ucundaki yemlerimin gittiğini.
Aslında pek de anlamadığım bir şey değil ama bu işin profesyoneli İnanç ağabey bütün detaylarını gösteriyor. Kendisinin Dalyan çarşı içinde balık avı malzemeleri satan bir dükkanı var. Hobisini kendi işi haline getirmiş ama “balık tutmak hobimken daha çok fırsatım oluyordu, iş haline gelince fırsat bulamaz oldum” diyor muhabbet ederken. ( Inanç ağabeye www.facebook.com/DalyanBalikAvi adresinden ulaşabilirsiniz. )
Balık tutmanın püf noktalarını öğreniyorum ama balık tutamıyorum. Saat ile ilgili bu ufak detay beni bugün balıksız bırakıyor. Gerçi çok da balıksız değilim, Dalyan’da her yer balık restoranı dolu.