Sıcak yerlerde insanlar genel olarak az yiyip çok uyuyorlar. Bende erkenden, kimsecikler yokken turluyorum Dalyan’ın ara sokaklarını, şehri bir de böyle keşfediyorum. Eski belediye binasının önünde bizim işin ilanını görüyorum koşarken, “Türkiye’nin en iyi işini kazanmak ister misiniz?” diye yazıyor kocaman pankartta, Dalyan’ın orta yerinde. Pankart bana bu tatilin ne kadar büyük bir fırsat olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.
Kahvaltı için kanal kıyısındaki BC Spa otele kahvaltı için dönüyorum. Hızlıca yiyip kalkmak için çabalarken yanımdaki çocukların balıklara ekmek attığını görüyorum ama pek oralı değilim, ta ki, ekmek için toplanan balıkları yemeğe gelen 1 metrelik nil kaplumbağasını (Trionyx triunguis) görene dek. Bu kaplumbağalar karetta karettalardan oldukça farklılar, uzun burunları ve pençe gibi tırnaklara sahip bu kaplumbağalar tatlı sularda yani nehir ve göllerde yaşıyorlar. Dalyan’da da bolca bulunan bu kaplumbağalar, karetta karettaların gölgesinde kalmış gibidirler biraz.
Kaplumbağa seyir âleminden, Dalyan’ın rüya âlemine geçiyorum bir anda ve kısa bir yürüyüş sonrası kayıkla nehrin karşısına geçiyorum. Tam da kaya mezarlarının dibine. Bir köylü teyzemizin bahçesine varıyorum karşıya geçer geçmez. Hemen buyur ediyorlar beni. Bir çay ile soluklanıp muhabbet ediyorum. Ardından hızlıca kaya mezarlarına doğru yol alıyorum. Bu eşsiz yapıları bu kez de iyice yakından görecek olmanın heyecanı var ama dalların taşların arasından dik bir tepe tırmanmam gerekiyor. O nasıl bir tepe öyle. Sıcak da bastırıyor bir yandan. İçimden tam olarak şöyle geçiyor “bu çalı çırpının arasından geçmek tam bir işkence ama sonundaki ödül için hepsine değer.”
Ünlü filozof Nietzsche’ye göre, zaman zaman zorluk yaşamadan mutluluğa ermek mümkün değildir. Hatta filozof bu derin felsefesini Fransa ve İsviçre’de dağlara tırmanırken geliştirdiği bilinir. Tırmanmanın zorluğu, zirveye varınca biter gider. Filozofun meşhur “seni öldürmeyen şey güçlendirir” değişi de tam bu felsefeden türemiştir aslında. Tepeye varınca daha iyi anladım Nietzsche’nin ne demek istediğini. Ayrıca o tepeyi çıkıp da manzaraya bakınca Kaunos’luların neden buraya mezar yaptırdıklarını anlamak da zor olmadı. Bütün yöreyi kucaklayan bu tepeler ebedi istirahat eşsiz gerçekten.
Kaya mezarlarından sonra yarım saati bulan bir yürüme ile Kaunos antik kentine varıyorum. Kazı çalışmaları hala devam eden şehirde nispeten iyi korunmuş 5.000 kişilik bir antik tiyatro, Roma hamamı ve M.S. 6. Yüzyılda inşa edilmiş bir kilise bulunuyor. Antik kentin aşağılarına doğru indiğinizde ise temelleri kalmış kalıntılarla karşılaşıyorsunuz. Erken Helenistik dönemden kalma bir Afrodit tapınağının yanında yeni bir kazı alanında çalışan arkeologlarla tanışıyorum. Bütün bu bilgileri aktarırken, şehrin daha dörtte birinin bile kazılmadığını anlatıyorlar. Malum titiz ve dikkatli bir çalışma gerektiriyor kazılar.
Kaunos, Antik Çağ’da ticari açıdan önemli bir liman kentidir ancak, zamanla denizin alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetmiş ve topraklar altında kalan bu şehrin tarihi yaklaşık olarak 3.000 yıl öncesine kadar gitmektedir.
Coğrafyacı Strabon da Kaunos’un tersanesinin ve ağzı kapanabilen bir limanının bulunduğunu yazmıştır. O dönem için etkili bir liman olsa gerek. Kim bilir nasıl görünüyordu. Acaba yeni kazılar bir gün bir ipucu verir mi bize?
Antik Çağ’ın güçlü şehri Kaunos’u burada kaldığım süre boyunca daha detaylı araştırmaya devam edeceğim ama şimdilik enerjimi söküp götüren güneşe sırtımı dönüp medeniyete dönme zamanı.
Dalyan kanal boyundaki Çağrı Pide & Pizza restoranda sağlıklı ev yemekleri ile geri alıyorum enerjimi. Eee… Dalyan’da görülecek çok yer var, yarına enerji gerek.
İkinci noktamız ise güneş batışının net göründüğü tepe noktası ama biraz dağ taş tırmanınca uç tarafta daha da iyi bir manzara olduğunu keşfediyorum ve gruptan ayrılıp bir de oradan bakıyorum bu eşsiz doğaya, ta ki, güneş batana kadar. Sonra ki bir saatim İngiliz grupla muhabbet ederek geçiyor. Türkiye hakkındaki iltifatları insanın göğsünü kabartıyor doğrusu. Hepsi 3’er 5’er kere gelmişler Türkiye’ye. Hele aralarından bir çiftin üst üste 4. kez gelişiymiş Dalyan’a. Son yıllarda gittikleri bir dolu ülke sayıyor ama “dönüp dolaşıp Dalyan’a geliyoruz” diye bitiriyor konuşmasını.
Ardından emektar cipimizle kargıcak koyuna iniyoruz. Uçurumların kenarından, dağ taş arasında dikkatli bir sürüşle varılabilecek bir cennet bahçesi burası. Etrafta hiçbir ışık kirliliği olmadığı için gökyüzü apaçık, yıldızlar evrene açılan küçük delikler gibi parlıyorlar üzerimizde.
Ayrılırken, burayı bir de gündüz görmek gerek diye notumu alıyorum.
Dönüş yolunda rehberimiz Alper’le derin bir muhabbete dalıyorum. Şahsına münhasır, çok sıra dışı bir tarzı olan Alper’in altından ilginç bir hikaye çıkacağı, İstanbul’da yüksek maaşlı şirket hayatını bırakıp Dalyan’da bağ bahçe hayatını tercih etmesinden belli aslında. Bandanası, uzun bıyığı ile çizgi roman kahramanı asterikse benzettiğimi söylediğimde gülüyor. Hayatta şekilciliğe takılmayan, hayatı mutlu ve huzurlu olmak için yaşayan biri Alper. Yani tam benim adamım. Aslında birçoğunun yapmak isteyip de yapamadığı şeyi yapıyor, doğayla iç içe yaşıyor. 49 Yaşında olduğunu söylediğinde inanamıyorum. İstanbul’daki düzensiz hayatını anlattığında da, “ya sen İstanbul’da kalsan 49’u görmezmişsin diye de espiri yapıyorum”. Bu espirim tam bir sert dönüşe denk geliyor, uçurumları bir teker arayla geçiyoruz ama buna rağmen Alper yoldan yüzünü çevirip bana bakıyor. “Yaa.. varya ben İstanbul’da bildiğin çürüyormuşum, haberim yokmuş” diyor.
Kaunos Antik Kenti ilk olarak İngiliz araştırmacı Rd. Hoskyn keşfedildi. 1840 yılında İngiliz Hoskyn yaptığı gezide üzerinde Kaunos halkı ve meclisi yazan bir yazıt bulmuştur. Sonrasında ise buranın Kaunos halkına ait olduğu sonucuna varır.
Kaunos Antik Kentinde hala hiç bir şekilde bozulmamış kaya mezarları vardır. Amasyalı bir coğrafyacı olan Strabon’a göre Kaunos’ta şimdiki Sülüklü Göl civarında ağzı kapanabilen bir liman bulunuyordu.
Kaunos Antik Kenti yüzyıllar içerisinde pek çok medeniyetin hakimiyeti altına girmiştir. Bu medeniyetler; Mısır, Pers, Bergama, Rodos ve Roma İmparatorluğudur.
Antik çağlarda Kaunos ticaretin oldukça önemli olduğu bir liman şehri konumundaydı. Fakat zamanla denizin alüvyonlar ile dolması buranın liman özelliğini kaybetmesine sebep olmuştur.
Heredot’un anlattıklarına göre Kaunos halkı Karia’nın yerli halkıydı fakat kendilerini Giritli olarak görmekteydiler.
Antik Kentin kuzey kısmında bulunan surların orta çağdan kaldığı bilinmektedir. Oldukça uzun olan surlar limanın kuzey kısmından başlayarak Dalyan Köyü’nün ilerisinde bulunan sarp kayalıklara kadar gitmektedir.
Surların kuzey bölümünde bulunan kısımları Mausolos dönemine aittir. Kuzey batı tarafında bulunan surlar ise Helenistik döneme aittir. Liman kısmında bulunan surlar ise Arkaik Devrinden kalan surlardır.
Antik kent içerisinde bulunan Tiyatro akropolün eteğinde bulunmaktadır. Bu tiyatro içerisinde 33 adet oturma bölümü yer alır. Tiyatronun batısında bulunan kalıntılar arasından bir tanesi bazilika şeklinde bir kiliseye aittir. Geriye kalanlar ise bir hamam ve tapınağın kalıntılarıdır.