Öğlene doğru Dalyan merkeze gidiyorum. Bugün Dalyan’ı sokak sokak gezeceğim. İlk olarak merkezdeki tarihi camiden başlıyorum. Caminin 6 yıllık imamı Mehmet ile kısa bir görüşme yapıyorum. Kayıtlara göre cami 18 yüzyıldan kalma ancak Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi döneminde yapıldığını söylüyor halk.
Çarşı yolundan geçerek Casa Nova Restoran’a gidiyorum, kanal kenarında, begonvil çiçekleriyle bezeli çok iyi bir restoran burası. Dekoru kadar yemeklerinin de ne kadar iyi olduğunu kısa sürede öğreniyorum. Sağlam bir öğlen yemeği sonrası tekrar Dalyan sokaklarına atıyorum kendimi. Barlar sokağına doğru giderken instagramdan beni tanıyan birisinin kibar ilgisine maruz kalıyorum. Dalyan’da günden güne artan bu ilgide medyada yer alan haberlerin de etkisi büyük.
Barlar sokağına çıkmaya birkaç metre kala Piraye adında bir takıcıya giriyorum. Eşi ve çocuğu ile İstanbul’dan Dalyan’a 4 yıl önce taşınmış genç bir kadın. Çok kibar ve oldukça nazik karşılıyor beni. O da projenin başından beri internetten takip ediyormuş beni. Kapıya kadar geçiriyor çıkarken, hatta yan tarafta yaşadıkları küçük sevimli evlerini gösterirken, “İstanbul’un stresinden kaçtık, bazı zorluklarımız var ama daha mutluyuz” diyor. Zaten mutlu olmak için yaşamıyor muyuz?
Akşam ziyaret ettiğim zamanlara kıyasla çok farklı barlar sokağı; fazla sessiz. Devamındaki dükkanların olduğu alan da pek hareketli sayılmaz. Ara ara fotoğraf çekiyorum ama böyle yerlerde fotoğrafları güzel kılan, hareketlilik ve insanlar, yani hayat. Akşamüstüne kadar burada çok hayat olmayacak gibi.
Ottoman Karaoke Bar’a geçiyorum dolaşa dolaşa. Barın iç kısmındaki bilardo masasına gözüm ilişiyor ama oynayan birkaç İngiliz var. Ayaklandığım gibi şansıma oyun bitiyor ve kısa bir muhabbetten sonra bir tur oynuyorum gençlerden biriyle. Yılda bir bilardo oynarım ama şansıma hızlı ısınıyorum bugün.
SANDALETÇİ ALİ USTA
Buradaki ziyaretten sonra günün son esnaf ziyareti için Ali Usta’ya uğruyorum. Kendisi el yapımı sandaletler yapan başarılı bir sanatkâr. Buralarda meşhur olduğunu biliyorum ama ilk 16 gün boyunca yanına uğrayacak fırsatım olmamıştı. Bugün kendisini tanımak için Ottoman Karaoke Bar’ın hemen karşısındaki dükkanına giriyorum.
Ali Usta’nın eli boyalı ve yıpranmış. Eliyle iş yapan insanların kimlik kartı gibidir avuçları, tokalaşırken anlarsınız hemen. Ali Usta da öyle, yılların izi var elinde. “Ali Usta nasıl bu kadar meşhur oldun, nedir bu başarının sırrı?” diye soruyorum, ne derece etkileyici bir cevap alacağımdan habersiz bir şekilde dinlemeye koyuluyorum.
Ufacık dükkânında elleriyle yaptığı ayakkabıların, sandaletlerin arasında otururken tam olarak şöyle cümleye başlıyor Ali Usta, “benim çocukken ayakkabım yoktu, ailem beni farklı farklı işlere yönlendirmek istedi ama ben ayakkabı yapmak istedim, içimde hep bir yaraydı ayakkabımın olmaması”.
O an göğsümde bir şey sıkışıp eziliyor sanki. Ben duraksıyorum ama Ali Usta devam ediyor anlatmaya. İçim burkulmuş bir şekilde bakarken Ali Usta, vücuduna kıyasla kısa olan ayağını altından çıkartıyor. Engelli olduğunu tam o an öğreniyorum. “Ayağım böyle olduğu için çocukken ayakkabım olmadı” diyor. Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde bakakalıyorum.
Ali usta 13 yaşında çalışmaya başladığı ayakkabıcıda ilk ayakkabısını yapmış. “Yamuk yumuk bir ayakkabı yapmıştım ama nasıl mutluydum” diye devam ediyor. Sonra efkarlanıyor. Benim hayatım çok üzücüydü Efe, diyerek konuya devam edecekken dükkana bir İngiliz aile giriyor. Bu aralık kendimi az da olsa toparlamamı sağlıyor. Sipariş vermiş oldukları sandaletlerini alıyorlar. Dükkanın içinde hüzünlü bir sessizlik var ve sandaletlerine kavuşan İngiliz kadın dışında herkes durgun.
Ali Usta bir şekilde eskiye gidiyor ve yüzünü uzakta bir köşeye dikip “ben var ya gençken, engelli insana saygı duyulmazdı. Küfür eden mi ararsın, taş atan mı ararsın…”
Yüzümde acı bir ifadeyle çenemi sıkıyorum ve edecek tek kelime bulamıyorum.
“Ya var ya ben ayakkabıcıda çocukken ayakkabıcıda çalıştığımda, dönüş yolunda dar bir sokaktan geçmem gerekirdi, oraya da kasabın etlerini atarlardı ve sokak köpekleri doluşurdu oraya. Biz yoksulduk, tekerlekli sandalyem yoktu ve emekleyerek gittiğim için köpekler beni aynı boyda görüp, yemeklerini alacağım sanar, saldırırdı. Kaç gün kaç gece o sokağın ucunda köpekler gitsin diye bekleyip ağladım ben, Allah biliyor”
“Bir gün babam ne istersin diye sorduğunda, beni yerden kesecek bir alet al yeter dedim. İşte kapının önünde gördüğün motorlu ufak mobilet de bizzat o, 1974’ten beri hala kullanıyorum babamın aldığı o hediyeyi”
Kısa bir muhabbet için girdiğim şu dükkanda allak bullak bir şekilde kalmıştım.
Şu dünyanın adaletsizliğine isyan etmemek elde değil.
Neredeyse hiçbir şey yapmadan yaklaşık bir saat oturuyorum.
Kaya mezarlarının karşısında Ortaca Belediyesi’ne ait Kaunos aile çay bahçesinde biraz çay içtikten sonra çalışanlardan biri kayığını kullanabileceğimi söylüyor. Durgun suda, tarihi manzaraya karşı kürek çekerken kafam dağılıyor biraz.
Akşamında ise daha büyük bir hareketlilik bekliyor beni. Bugün öğlen uğradığım Ottoman Karaoke Bar’ın sahibi Okan’ın kına gecesi var. Çiftlik evinde düzenlenen kına gecesi, 6 davulcu 6 zurna eşliğinde büyük bir alanda, çok fazla katılımcı ile yapılıyor.
Okan çok samimi, gönlü çok zengin biri, samimiyeti gülümsemesine yansıyan bir yapısı var. Kına gecesinde onunla ilk dans edenlerden biri olmak benim için büyük şeref. Sonrasında ikram edilen leziz yemekleri yemek ise midem için büyük bir lüks.
Bugün kına gecesinde uzun kalamamış olsam da, yarın düğününde telefi edeceğim. Hem buraların kına gecesi böylesine şaşalı ise kim bilir düğün nasıl olur.