Kahvaltıdan önce koşuya çıkıyorum. Hızlı tempo Dalyan’ın bir ucuna ardından, kaya mezarlarının karşısındaki diğer uca koşuyorum ve BC Spa otelde sporumu noktalıyorum.
Kahvaltım klasikleşmiş şekilde ama öğle yemeğim bugün çok farklı olacak. Bugün Dalyan Su Ürünleri Kooperatifi, Dalko’yu, ziyaret edip, buranın o çok meşhur mavi yengecini tadacağım.
Kahvaltının yanında 4 küçük fincan da kahve içiyorum, ardından da Dalko’ya doğru yola koyuluyorum. Dalko, bütün bu bölgede balık tutmaya tek yetkili 500 ortaklı, 1971’den beri varlığını sürdüren önemli bir kuruluş. Dalko, Dalyan’ın doğasının bakir kalmasına büyük katkısı olmuş bir kuruluş. Özal döneminde Özel Çevre Koruma Kurumu bünyesine geçen bu bölge, bu sayede güçlü bir şekilde kalabilmiş.
Nehrin karşı kıyısındaki Dalko’ya ufak bir motorla 1 dakikada geçiyorum. Temiz düzgün ve halkın saygı duyduğu bir tesis burası. Zaten Dalyan’a geldiğimden beri hakkında düzenli olarak olumlu şeyler duyduğumu belirtmeliyim. Dalko’nun müdürü Arif Yalılı karşılıyor beni. Yüksek yaşına rağmen çok dinamik ve çalışkan biri, zaten burayı ayakta tutan adam olarak bilindiği için bu güçlü yönü beni şaşırtmıyor. Arif ağabey, yazları yapılan balık üretimini 20 – 60 tonlardan 100 tona kadar çıkartmış olduğunu öğrendiğimde saygı duyuyorum.
Tesisi biraz gezdikten sonra Dalyan’ın meşhur mavi yengecini gösteriyorlar. Elime almak istediğimde biraz tereddüt yaşıyor çalışanlar. “Parmağını kapsa kerpetenle zor açarız bak dikkat et” diye uyarılıyorum. Bir iki video ve fotoğraf çekiliyorum bu sevimli renkteki korkunç ama lezzetli yengeçle ve başladığım gibi elimde 10 parmakla bitiriyorum eğlencemi.
Yemeğe geçmeden önce Çek Cumhuriyeti’nden bir gurup geliyor Dalko’yu ziyarete, onlarla muhabbete dalıyorum. Merak ediyorum doğrusu ne düşünüyorlar Dalyan hakkında. Rehber kız ilgiyle cevaplıyor, “buradaki doğanın böylesine iyi korunuyor olması mutluluk verici” diyor.
Ardından kırmızı bir yengeç servis ediliyor yemem için. “Yanlışlık var herhalde ben mavi yengeç yiyecektim” diye uyarıyorum ama meğer piştikten sonra mavi kısımların kırmızıya döndüğünü öğreniyorum. Dalko benim için ilginç bir deneyim oluyor çünkü bütün gün boyunca durmadan bir şeyler öğreniyorum. Misal, kefal yumurtalarının top top değil bir kalıp halinde el büyüklüğünde olduğunu ilk kez burada görüyorum ya da Dalyan’ın ismini aldığı balık alanlarının nasıl işlediğini bizzat burada öğreniyorum.
Mavi yengece dönecek olursak, yemesi zor ama içindeki ödül o zorluğa değer bir tadı var. Ağzımın suyu aka aka bitirdiğim yengeç sefasından sonra balık çiftliğine gidiyoruz Arif ağabeyle birlikte.
Bütün süreci anlatıyor, tane tane. Benim gibi bilmeyene çok ilginç ama kendisi bunlarla büyümüş, her detaya hakim. Beni gezdirip bilgilendirdiği gibi bir yandan çalışanlara uyarılarda bulunuyor, diğer yandan da telefondan işlerini hallediyor.
Balıkların kapatıldığı havzaların tellerinin yarım santim büyütüldüğünü ve bunun 200 gramlık balıkların kaçmasını sağladığını, böylece o küçük balıkların bir sonra ki döneme kadar daha çok ürediklerini ve bunun tonlarca fazla balık anlamına geldiğini anlatıyor.
Hayatta yarım santimlik bir dokunuşun, kısa bir süre içerisinde tonlarca etki edecek bir fark yaratabileceğini öğreniyorum, kendisini ilgiyle dinlerken.
Dalko’dan ayrılıp otelime doğru yol alıyorum bu eğitici günün notlarını yazmak için.